21 Eylül 2013 Cumartesi

Çiğ Dem Çaydanlıkta

Kilometrelerce yüksekten gelen bir damla su kadar sade ve kararlıyım bu sefer. Öyle kararlıyım ki yanından bir yabancı gibi geçtiğim dağların tepeleri ve etekleri, eteklerindeki pireleri ve onların tüm duygu ve düşüncelerine kulaklarımı tıkamış vaziyetteyim. Bunca yıldır içinde varolduğum doğanın tüm tepkilerine Fransız, tüm etkilerine canı gönülden İtalyan ve saldırılarına karşı da Türküm. Daha sonra sadece basit bir “insan” olduğum aklıma geliyor. Tüm coğrafya bir anda siliniyor aklımdan. Bugüne dek ortaya çıkmış tüm miletler, diller, dinler bir frangman tadında geçiyor gözlerimin önünden.

Ben öyle yükseklerden geliyorum ve o kadar kararlı bir su tanesiyim ki, basıncı arkama alarak bir balyoz etkisiyle gömüleceğim sana. Acıyacak canın elbet, sözlerim biraz üzebilir bile seni. Ya da büzebilir eklemlerini sen gitmeye kalkarken kolunu sıkışım. Kolunu sıkmak demek çaresizliğin son demlerinde olduğumu ve “kal” demenin ne kadar boş bir uğraş olduğunun göstergesidir. O an amaçlayacağım son şey olurdu herhalde canını yakmak. Derin bir kedere dahi saplanabilirsin bu çıkışım ile ama seni temin ederim ki battığın çukurdan ses hızıyla çıkartılacaksın. (Işık hızını sana geliş hızımla ilişkilendirdiğim için, bağıl olarak bir fark yaratmak durumundaydım.) O ses ki içinde hiç duyulmamış ezgilerin hayalkırıklıklarını barıdıracak. Barıdırmakla kalmayacak, besleyecek ve giydirecek. Çünkü biz kimseyi aç, açık bırakmayız bahsi geçen şey “ezgi” dahi olsa. (Samimiyetime inandığınızı varsayarak söylüyorum; Ezgi beni aldatan eski kızarkadaşımın ismi olsaydı da bir şey değişmezdi.)
Yeryüzünü nasıl batıramıyorsa bu okyanuslar, dünya nasıl havada asılı kalabiliyorsa astronomik bir kanun gibi yapışacağım yanına. Organik ve kimyasal afetleri de yanıma alacağım. Dans etmek istersek depremi çağıracağım, susarsak susamaya seli, ayaklarımızı yerden kesmek istersek heyelan bize eşlik edecek. Belki bir fırtınaya karışıp kusarız insanlara ve yarattıkları bu zavallı dünyaya olan nefretimizi ya da sıkılırsak karanlıkta bir yıldırım bir şimşek, senin gözlerini göremezsem bulurum bir eşşek. Tüm bunları düşünmekten delirebilirim ama ben bilincim açık olduğu sürece seveceğim seni. Hem delirmek benim işim değil, bir gün delirme kararı olursam bu delileri anlamak için olur. Zira empati olsun, antipati olsun, pati patikalarda şiirler yazıp, bebek pati patilerimi de giyer ıslatırım ayak tabanlarımı sonbahara doymuş çimlerde. Henüz iyiyim. Kötü olmak için onca sebep varken iyi olmanın yegane sebebi aklımda kalan son şeyin hep sen oluşudur.

Bilincimin elverdiği şartlarda düşleyeceğim seni, ve düşlerimin gerçek olması için yalvaracağım Tanrıya. Tüm bunları senin yanında yapacağım. Senin yanında senden uzak kalma ihtimalini dikkate almadan edemezdim. Beni sevememekten korkma, ya da hiç seviyormuş gibi yapamamaktan. Seni kaybetmeyi nasıl göze aldıysam seni hiç bulamamayı da öyle aldım göze. Beklentisiz sevmek büyük bir yük kaldırıyormuş insanın yüreğinden, bunu ilk aldattığımda anladım kendimi. Aldatılmak değil kendini bilfiil aldatmak daha çok yıpratıyormuş insanı. İnsan yıpranmaktan korktuğunda ister istemez yıpranıyormuş. Sakınan göze geliyormuş, sakınmadan da olmuyormuş. Aşağı tükürsen bakkal, yukarı tükürsen balık senin anlayacağın. Şimdi kendime bir çay koyacağım, sonra yanaklarımı al koyacağım. Seni gözlerimden ırak, gönlüme yakın koyacağım. Sırf bir kez olsun atasözleri haklı çıkmasın diye. Atalarımızın kemikleri sızlamaz inşallah, amin.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder