Kilometrelerce yüksekten
gelen bir damla su kadar sade ve kararlıyım bu sefer. Öyle kararlıyım ki
yanından bir yabancı gibi geçtiğim dağların tepeleri ve etekleri, eteklerindeki
pireleri ve onların tüm duygu ve düşüncelerine kulaklarımı tıkamış vaziyetteyim.
Bunca yıldır içinde varolduğum doğanın tüm tepkilerine Fransız, tüm etkilerine
canı gönülden İtalyan ve saldırılarına karşı da Türküm. Daha sonra sadece basit
bir “insan” olduğum aklıma geliyor. Tüm coğrafya bir anda siliniyor aklımdan.
Bugüne dek ortaya çıkmış tüm miletler, diller, dinler bir frangman tadında
geçiyor gözlerimin önünden.
Ben öyle yükseklerden
geliyorum ve o kadar kararlı bir su tanesiyim ki, basıncı arkama alarak bir
balyoz etkisiyle gömüleceğim sana. Acıyacak canın elbet, sözlerim biraz
üzebilir bile seni. Ya da büzebilir eklemlerini sen gitmeye kalkarken kolunu
sıkışım. Kolunu sıkmak demek çaresizliğin son demlerinde olduğumu ve “kal”
demenin ne kadar boş bir uğraş olduğunun göstergesidir. O an amaçlayacağım son
şey olurdu herhalde canını yakmak. Derin bir kedere dahi saplanabilirsin bu
çıkışım ile ama seni temin ederim ki battığın çukurdan ses hızıyla
çıkartılacaksın. (Işık hızını sana geliş hızımla ilişkilendirdiğim için, bağıl
olarak bir fark yaratmak durumundaydım.) O ses ki içinde hiç duyulmamış
ezgilerin hayalkırıklıklarını barıdıracak. Barıdırmakla kalmayacak, besleyecek
ve giydirecek. Çünkü biz kimseyi aç, açık bırakmayız bahsi geçen şey “ezgi”
dahi olsa. (Samimiyetime inandığınızı varsayarak söylüyorum; Ezgi beni aldatan
eski kızarkadaşımın ismi olsaydı da bir şey değişmezdi.)
Yeryüzünü nasıl
batıramıyorsa bu okyanuslar, dünya nasıl havada asılı kalabiliyorsa astronomik
bir kanun gibi yapışacağım yanına. Organik ve kimyasal afetleri de yanıma
alacağım. Dans etmek istersek depremi çağıracağım, susarsak susamaya seli,
ayaklarımızı yerden kesmek istersek heyelan bize eşlik edecek. Belki bir
fırtınaya karışıp kusarız insanlara ve yarattıkları bu zavallı dünyaya olan
nefretimizi ya da sıkılırsak karanlıkta bir yıldırım bir şimşek, senin
gözlerini göremezsem bulurum bir eşşek. Tüm bunları düşünmekten delirebilirim
ama ben bilincim açık olduğu sürece seveceğim seni. Hem delirmek benim işim
değil, bir gün delirme kararı olursam bu delileri anlamak için olur. Zira
empati olsun, antipati olsun, pati patikalarda şiirler yazıp, bebek pati
patilerimi de giyer ıslatırım ayak tabanlarımı sonbahara doymuş çimlerde. Henüz
iyiyim. Kötü olmak için onca sebep varken iyi olmanın yegane sebebi aklımda
kalan son şeyin hep sen oluşudur.
Bilincimin elverdiği
şartlarda düşleyeceğim seni, ve düşlerimin gerçek olması için yalvaracağım
Tanrıya. Tüm bunları senin yanında yapacağım. Senin yanında senden uzak kalma
ihtimalini dikkate almadan edemezdim. Beni sevememekten korkma, ya da hiç
seviyormuş gibi yapamamaktan. Seni kaybetmeyi nasıl göze aldıysam seni hiç
bulamamayı da öyle aldım göze. Beklentisiz sevmek büyük bir yük kaldırıyormuş
insanın yüreğinden, bunu ilk aldattığımda anladım kendimi. Aldatılmak değil
kendini bilfiil aldatmak daha çok yıpratıyormuş insanı. İnsan yıpranmaktan
korktuğunda ister istemez yıpranıyormuş. Sakınan göze geliyormuş, sakınmadan da
olmuyormuş. Aşağı tükürsen bakkal, yukarı tükürsen balık senin anlayacağın.
Şimdi kendime bir çay koyacağım, sonra yanaklarımı al koyacağım. Seni
gözlerimden ırak, gönlüme yakın koyacağım. Sırf bir kez olsun atasözleri haklı
çıkmasın diye. Atalarımızın kemikleri sızlamaz inşallah, amin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder