21 Eylül 2013 Cumartesi

Çiğ Dem Evde

Üzerime gelen duvarlara güzellikle odamın zaten küçük olduğunu ve daha fazla üzerime gelirlerse kendimi pencereden aşağı atacağımı söyledim. Hatta kalktım, şöyle bir aşağı baktım, henüz birlikte hiç bisiklet sürmediğimiz aklıma geldi ve merdivenleri kullanmayı tercih ettim. Gölde taş bile  sektirmemiştik. Bunu bize yapamazdım. Merdivenler korkulukları olmadan ne kadar da kimsesiz bırakılmış gibi görünüyorlardı, yeni farkettim. Sevmedim onları, hiç sevemedim. Hep tozluydular, ama hiç temizlemeye de kalkışmamıştım. Bir siyah bir beyaz boyasam piyano çalar gibi aşağı insem şöyle pesten tize parmaklarımı gezdirir gibi, belki daha eğlenceli olurlardı. Eminim onlar da beni taşımaktan hoşnut değillerdi. Aramız bozuktu, bozuk kalacaktı. Bir gece yarısı sallana sallana evimize giderken bizi taşımadıkları sürece onlara bir minnet borcum da olmayacaktı. Kendimi dışarı zor attım, arkamdan fısır fısır konuşuyorlardı. Belli ki pek de hoş sözler sarfetmiyorlardı hakkımda, beni duymuş olabilirler. Merdivenler konuşamaz ama duyarlar derdin hatırlar mısın, o halde çok yaşamazlar. İnsan hep içine atarak ne kadar yaşayabilir ki? Ben hep anlatırdım mesela sana, hoşuma gitmeyen bir şey yaptığında hemen bir hikaye uydururdum. Merdivenlere söylüyorum sen anla derdim. Ben de benim “merdiven” isimli bir kızım yok derdin. Gamzelerim atıverirdi kendini yanaklarımın ortasına. “Gamze” ismini hep sevmiştim. Seni görür görmez sahne alırlar, sen gidince gömülürlerdi ve pek de nazlılardı, sen gelmeden kimse çıkaramazdı onları yanaklarımın derinliklerinden.


Domates ucuzlamış, sanırım hava ısınıyor. Kışın yediğimiz domatesler neydi yahu öyle.  Sen ne derdin. Bitmez tezim, olmadan domatesim. Kekik ve zeytinyağı en yakın arkadaşlarıydı. Tezin bitti, domates bitmedi. Yaz geldi, sen gelmedin. Sen geldin, ben orda değildim. Ben ordaydım, sen tualatteydin. Beklemedim. Sen geldiğinde ben çoktan gitmiştim. Ben döndüğümde sen sıkılmıştım beklemekten. Bir türlü denk gelemedik aynı evde. O evde, işlek bir caddeden çıkıp da izbe bir sokağa vardığımız o evde, günün büyük bir dilimi perdelerin kapalı olduğu o evde, mutfak tezgahının çatladığı, kanepelerin feryat ettiği, halıların can çekiştiği evde. Televizyonun sustuğu, bizim konuştuğumuz, tabloların canlandığı, kapı kollarının kırıldığı, sineklerin uslandığı, aynaların kıskandığı evde. Biz hiç denk gelemedik bir gecenin aşk kokan eteğinde, sabahın bizi bulamadığı o yerde, eteğin sahibi kadının bacakları arasında. O kadının şefkatli kollarında, saçlarını tarayamadık, göğsüne yatamadık, elinden tutamadık. O öldü, bacakları morardı, etekleri yakıldı, bizi yakaladılar, üstümüze yağdırdılar sabahı, güneş aldı gözümüzü, kör olduk, göremedik birbirimizi. Ben seni hep o evde aradım. Şimdi soruyorum merdivenlere, geldi mi diye. Cevap vermezler bilirsin, veremezler, onlar sadece duyarlar, konuşamazlar. Karşılıklı susuyoruz, eve geliyorum. Duvarlarla tartışıyoruz hala, bir anlaşsak. Sıra merdivenlere de gelecek, sonra sana, sonra bize. Duvarlar, merdivenler, sen, ben ve evimiz mutlu mesut yaşayacağız. İnanıyorum, başaracağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder