21 Eylül 2013 Cumartesi

Çiğ Dem Mutfakta

Tezgahın üstü yine dağınık, en az bana vaadettiğin sözler kadar. Bulaşık yıkamak dert değil, temiz bırakmak zor, temiz kalmak çok zor. Bugüne kadar hangi his tozlanmamıştır, hangi düşünce paslanmamıştır? Belki çok eskilerde temizlik malzemeleri icat edilmeden önce ya da tuz bile keşfedilmeden önce yani insanlar deniz görmeden önce belki çok farklı renklerle düşlerlerdi mavilikleri. Beyaz koyulaştığında mavi olur bilir misin? İnanmıyorsan bırak kendini uçaktan paraşütle düzlüğe varma umuduyla engebelere, gülümse aşermiş gebelere. Babalara el salladığını varsay selam verirken vadilere. Vadiler seni çok sever, sen de vadileri . Hatırlar mısın özlem felekle kapışırken sen ağlardın geceleri. Geceler ki seni umursamadan bekler sabahları. Vadiler kıskanırdı sözü başklarına verdiğin için. Sabahlar ki bekler gözyaşlarının dinmelerini. Dinmeler dinler kuşların uyanışını. Uyanışlar ki öfkelenir şuursuzca kurulan telefon alarmlarına. Telefon alarmları ise ne zavallı emir kullarıdır. Görevlerini yerine getiriyorlar diye bir de suratına yerler şamarı. O şamarki uykunun dedikodusudur. Bir garip uyuşukluğun buğusudur.
Çatallar bekçiliğini yaparken tabakların, tencereler hüzünden kurumuş, bazısı çatlamış fesadından çatır çatır. Çünkü onun yemeğinden yenmemiş, herkes tereyağlı pilava abanmış. Tereyağlı pilav tavuk suyuna teşekkürlerini letmiş. Suyu bırakılan tavuğun arkasından mevlüt okunmuş. Tavuğu kesen bir hafta yasını tutmuş. Oğlunun okul taksidini yatıramadığı için tavuklara düşman olmuş, daha nicesini kesmiş gözünü kırpmadan ve tutuklanmamış. Hakkında soruşturma açılmış ama tutuksuz serbest bırakılmış. Tutuklu serbest bırakılsa o kadar koymazmış. Kesilen tavuğun babası intikam almaya ant içmiş. Denizliye gidip büyüklerini toplamaya karar vermiş. Trafik kazasında ölmüş. Kemikleriyle 13 kişi lades oynamış.

Tezgahın üstü hala dağınık, tüm bunlar ben bulaşıklar için su kaynatsam mı diye düşünürken geçmiş aklımdan. Malum kettle çok enerji harcıyor. Birkaç kez sigortanın attığı bile olmuştur. Günümüzde enerji üretimi bu kadar sorunu hale gelmişken ben bulaşık yıkamak için su ısıtamazdım. Tencerede ısıtsam gaz çok pahalıydı. El emeği göz nuru, sürtünme kuvvetini kullanarak bulaşıkları yıkadım. Geçtim içeri, şöyle bir baktım duvarlara. Duvarlar o kadar doluydu ki tablolarla ben böyle boşluk görmemiştim. Hemen aradım seni. Sen boşlukların en büyük düşmanıydın ne de olsa. Senin doluluğun bardağın boş tarafını görmeye dahi engeldi. Polyanna bile kıskanırdı seni. Polyanna sarışın mıydı? Ben sarışın sevmem halbuki, hele bir de gözleri renkliyse şöyle bir kafamı çevirip bakmam kıskanmana hiç gerek yok. Ben siyah severim, esmer de sen. Ya da beyaz ten siyah saç de. Ya da melez ya da duy garez bana sempatik gelen tüm fizyolojik olgulara, dişçilerin yaptığı tüm yarım yamalak dolgulara.

Akşam yemeğine bekliyorum seni. En sevdiğin yemekleri öyle kıskandım ki sana en çok seveceğin yemekleri hazırladım. Hayır diyemeyeceğim üç şey var elimde, tereyağı, kekik ve sarımsak. Hayır diyemeyeceğim aynı zamanda. Ya da sevdiklerimin sevdiklerine armağan olması arzusu beni alıkoydu fevri davranışlarımdan, saçmasapan çıkışlarımdan, gereksiz darılışlarımdan ve yer yer dağılışlarımdan. Şimdi tütüyor dumanı aşkımın, gel tadına bak. Beğenmezsen ısrar etmeyeceğim halamın her evine gittiğimizde yaptığı su böreğini yemem için bana ısrar ettiği gibi. Halamın bana verebileceği tek şey oydu belki de. Ben sana çok daha, çok daha fazlasını verebilirim, bakmak istersen tadına...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder