13 Kasım 2013 Çarşamba

19.10.13

Soru sormaktan sıkılmıştım. Çünkü aldığım tek cevap sesimin çıplak duvarlardaki yansımasıydı. İçi boş şişeler bile içi boş sözcükleri kaldıramıyordu artık. Soruya soruyla cevap verme gafletinde bulunmak değil de, aynı soruyu birden fazla kez tekrarlayarak kafa açmak istemiyordum. Artık sonu bir veya birden fazla nokta ile biten sözler sarfediyordum. Hani nasıl der Toptaş, her biri bir cümle ağırlığındaki kelimeler... ‘Bin Hüzünlü Haz, sayfa 9. ‘ Ne zaman boyumdan büyük laflar etmeye kalkışsam, daha kısa boylu bir şairin dizeleri geliyordu aklıma. Kendi kendimi sıfırlıyordum. Ne vakit boş geçirdiğim zamanları hesap etmeye kalksam çarpmada, toplamada ne kadar etkisiz eleman var ise hepsi bir bir çalıyordu kapımı. Kalemi, kağıdı ediyordum al aşağı. Satırda kalacaklar hatırdan göçerdi, hepsi göçsün istiyordum. Bir göçük altında kalıp aman dilesinler ve kimse seslerini duymasın istiyordum. Uzanan yardım elleri kırılsın istiyordum.

Zırlamalar bir türlü kesilmiyordu, müziğin sesini sonuna kadar açıyordum. Hangi şarkıya sığınsam en sulugöz notalar kulaklarımın pasına pas katıyordu. Pencereyi açmaya korkuyordum. Dışarısı çığlık çığlığaydı. Ağaçlar bir oraya bir buraya salınıyor, bir titiz fırtına tozunu alıyordu toprağın. Ankara yine estiriyor, gök yine yağıp, gürlüyordu. Bu öfke, bu hiddet, sanırsın faili meçhul bir cinayet! Birden karanlık çöküyor, sokak lambaları sahne alıyor, kapalı gişe oynuyordu. Sabaha kadar alkışlıyordu boş sokaklar, taki bir insan ayak izini bırakana kadar yüzlerine. Soğuk botlarıyla dövene kadar asfaltları ve “Günaydın” sesleriyle yankılandıra kadar işlenmeye can atan caddeleri, birbirine sadakati ile bilinen bırak özür dilemeyi binlerce selamsız geçen insanı sinesine çeken merdivenleri.
Ben geceye seranat yapıyordum, bırak zeytin dalı uzatmayı zeytinyağına yatırıyordum tüm önyargılarımı. Buzdolabında yumuşamalarını beklerken, dereotu topluyordum birinci katımızın balkonun altından. Yeşil yeşil bakışlarına annemin balı, babamın mavisi ile karşılık veriyor, yine yeşilde buluşuyorduk. Anneannem “Yer altında mercimek, yediğim tatlı yemek.” diye sırıtarak turşu almaya gidiyordu bodrumdan. Turşu da turşu hani, anası sarımsak babası sirke. Annem beni çağırıyordu pas atmayan arkadaşıma isyan ederken, kan ter içinde kaldığım futbol sahası yaptığımız şimdilerde yalnız bir arsanın beşiğinden. Karnım değil ama gönlüm doyuyor şimdi hatırladıkça. Avuç dolusu para saysam götürse beni psikolog o günlere, bozuk bir asansör gibi indirse beni çocukluğuma ve bıraksa orada. Söz veriyorum, hiç şikayet etmem.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder