21 Şubat 2012 Salı

Kırcaali

Dünyaya gelmemde emeği geçen annem babam, onların dünyaya gelmesine sebep olan büyüklerim Bulgaristan'da doğmuş, büyümüş, oranın kültürünü edinmiş. Bulgaristan göçmeni deriz ya, biz oyuz, bulgar göçmeni değil ama Bulgaristan göçmeni. Benim eşim, dostum çok hassastır bu konuda. Biz Türküz deme gereği bile duymazlar, aksini iddia edene gülmekle de kalmazlar ya ben onlara nazaran biraz daha sakinim sanırım. İlkokulda sen bulgarsın diyen cahil çocuklar kadar olmasaydı keşke anneannemin deyimiyle " kitabın kabını okumuş olanlar". Tarihten bihaber, bana  daha 15 yaşımda  "Kurtuluş Savaşı sonrası sınır Marmara Denizi olsaydı sen de mi Bulgar olacaktın?" savunmasını ortaya sunduranlar, hala bi takım değerler altına sığınarak hesap soruyorlar bana. "Evet, ben bulgarım" dediğim bile oluyor zaman zaman, sırf üşengeçliğimden.

Konu bu değil, ne diyorduk ha Kırcaali. Doğumyerim, geçen yaz Kırcaaliye pasaport işlemleri için gittiğimde, gördüm ki nüfus o kadar az, sokaklar boş ve cansız. Amcama sordum, "Niye hala burada yaşıyorsunuz?" diye. Cevabını bildiğim soruları sormak, bizzat başrolden duymak hoşuma gider. Beklediğim cevabı alır almaz, tebessüm ettim. 50 yaşındaki bir insan için o kadar önemli ki ilkokul, o kadar önemli ki ilk defa bir kızı öptüğü o tenha. Bizim için henüz bir şey ifade etmeyen yerler, 30 yıl sonra o kadar da anlamlı olabilir mi diye bir düşündüm. Bekleyip göreceğiz dedim, yine üşengeçliğim tuttu biraz anla işte. 

Kırcaali.. uğruna şarkılar yazılan bu şehir, doğum yerim. Farkında mısın ne kadar da böbürleniyorum? İstanbulda doğmak vardı oysa ki. Dünyayı birbirine katan şehir. Nerede doğduğumu hiçe sayan bir "nerede öleceğim" planı kurgulamak üzereyken, yine dürttü beni mazi. Doğdun , Kırcaali, Selanik, İstanbul, Diyarbakır..

Doğduğun yere ait değilsin! Yaşağıdığın hayata aitsin, X yaşından sonraki hayata aitsin öncesi senin için anlam ifade etmiyorsa tabi. Babanın oğlu olmak istemezsin kimi zaman, doğduğun yer yüzünden önyargılara mahkum yaşamak istemezsin. Annenin sıcak kucağından ibaret olmasa da senin küçüklüğün, gizleyemeyeceğin bir "Nüfus Cüzdanı" var daha sonra üzerinde ayrıntılı bir biçimde konuşacağımız. Konumuz bu da değil.

Kırcaali.. Gittim gördüm, ne güzel memleketsin, iyi ki açmışsın kollarını bana, ama gerekirse bırakacaksın yakamı. Ben senin çocuğun olmak istemiyorsam, sana ait hissetmiyorsam azad edeceksin beni. Kişisel algılamayın. Benim özgür irademin ürünü olarak benimsemeyin söylediklerimi. Evrensel düşünmenin vakti gelmedi mi? Biraz da açın pencerenizi ve Avusturalyalı bir genci düşünün, o Avusturalyalı olmak istemiş mi acaba? Derinine ineceğiz bu mevzunun şimdilik biraz nefes alın, yatmam gerekiyor yoksa kalkamayacağım başımın ağırlığından. 

Kırcaali, ne güzel şehirsin... Doğduğu yerle gurur duyan ben, senin memleketinle onurlanıyorum ismini cismini bilmeden, sırf sen orada doğduğun ve oranın kültürünü benimsediğin için, ya da reddedip bunun farkındalığına erişmiş yüce bir insan olduğun için, ya da tam tersi! Hümanizm bayrağı bir an dalgalandı sularımda, ve ben bunun üzerine daha çok gevezelik yapacağım hiç şüphen olmasın...

Doğumgünüm

Korkmayın bugün doğum günüm falan değil. İyi ki doğmuş muyum tartışılır, ama ne çare doğmuşum işte. Doğarken sordular mı sana "Bu dünyaya gelmek istiyor musun?" diye, ama geldin, ne yapacaksın şimdi? "Doğmaz olaydım, şu lanet dünyaya gelmez olaydım" diye isyan etmenin, erken ölümüne dair ağıtlar yakmanın anlamı ne?

Şikayet etmek, en kötü ve insanı yıpratıcı yakarışlardan sadece biri. İntihar edecek gücün var mı? Eğer yanıtın "Var!" ise, iyi dinle beni. Sana burada intihar etmek kolay olanı, mücadele etmekse.... falan filan edebiyatı yapmayacağım. Benim pederle aram pek iyi değildir, bunca yıl bir türlü barışmadı yıldızımız. Ne o benim istediğim gibi bir baba olabildi, ne ben onun beklentilerini tam anlamıyla karşılayabildim, ama birçok güzel sözünden sadece bir tanesini paylaşmak istiyorum seninle. "Hayat, her şeye rağmen yaşamaya değer." Hiç bir sabah uyanıp, pencereyi açıp, o temiz sabah kokusunu içine çektiğinde bir anlık da olsa unutmadın mı dünü? Bugün yeni bir gün bugün farklı bir gün, bugün güzel bir gün diye düşünmedin mi? Ne Polyanacılık oynayacağım burada ne de daha da karamsarlığa sürükleyeceğim seni ürkme. Ne doğuştan yetisiz büyüyenleri düşün diyeceğim ne de daha fazlasını iste geyiği yapacağım sana. Sadece bir bak etrafına, kendini kimseyle karşılaştırmak zorunda değilsin, ne pişmanlıklarının kimileri için hiçbir şey ifade etmediğinden vicdan azabı çek ne de "İnsanlar ne kadar da mutlu." diye iç geçir. Önüne bak, elindekileri say, ve yapabileceğinin en iyisi için gayret et. Sonunda elinin boş kalması ihtimalini de gözden geçir, ama korkma bundan. Kaybedeceğin bir şey kalmadığı gün, gel bana, özgür olmanın onurunu şakağında hissetme şerefine nail et beni. Ben mutlu olacağım ve senin de mutlu olman için elimden geleni yapacağım inan. 

Saat geç oldu, ne fark eder? Yarın sabah o derse gitmek istiyorsam eğer, ne yatacağım zamanın önemi var ne de yarın geçecek o verimsiz dersin. Zorunda olduğun için değil, yapmak istediğin için yap. Toplumun sana yüklediği misyon vs. senin yapmak istediklerin konusunu daha ayrıntılı biçimde tartışacağız. Şimdilik sadece ayılmamı bekle. Tabi tekrar yazmak istersem...



Vizyon

Tekrar belirtmeliyim ki, vizyonuma sadık kalacağıma dair söz beklemeyin benden. Ne dünkü beni geri getirecek gücüm var ne de yarınki beni şimdiden görecek kudretim.

Kaçımızın "Kendini on yıl sonra nerede görüyorsun?" sorusuna cevabı var? Belki bir kısmımızın böyle durumlar için cezbedici bir senaryosu vardır. "Ne yazık ki bir çoğumuzun bir hayali bile yok" diyerek gayesiz bir toplumdan dem vuran o şaire sormalı; "On yıl önce sen burada olacağını görmüş müydün?" diye. Muhtemelen buna verecek son derece "cool" bir cevabı olacaktır. Bu sizi yanıltmasın. Üç ay sonra dahi içinde bulunduğumuz şartlar ne olacak, hangi değer yargıları hangi renge bürünecek bilemiyoruz ki on yıl sonrası hakkında bir fikrimiz olsun(!) Hayal kurmak güzeldir, (kimilerine göreyse ızdırap verici) lakin, bir de "hayalkırıklığı" var ki bundan epeyce bahsedeceğiz, hayal kurmaktan bile alıkoyar insanı. Bu sebepten bu soruyu pas geçenleri pek de yadırgadığım söylenemez.
Öncelikle kimsenin beni anlamasını, düşüncelerimi idrak etmesini ya da beni takdir etmesini beklemiyorum. Böyle bir gayem olsaydı... ile başlayan bir cümle dahi kurmak istemiyorum. "Harbi doğru söylüyor lan!" diyerek çığıran bir mahlukatı bırak, "Saçmalıyor bence." diyerek hayatında hiç yapmadığı bir işi yaparak, doğru mu yanlış mı diye bir nebze de olsa düşünen, sorgulayan, değerlendiren ve bir fikri olan o yaratığı bile öpmek istiyorum gerek ellerinden gerek gözlerinden.
Burada ne romantizm rüzgarı esecek ne de realizmin pençeleri hüküm sürecek emin olabilirsiniz. Burası mümkün mertebede ön yargılardan öte yargılardan arınmış, benliğine ait olmayan fikirlerden ve bakış açılarından dahi alternatif de olsa bir yol çizebilmen için var ve sen yaşadıkça değil sen düşündükçe var olacak.
Girş kısmını gereksiz uzatmak benim üslubum sanırım, o yüzden kısa keseceğim, ve kestim bile.


Misyon

Öncelikle belirtmek istediğim birşey var;
Misyonuma sadık kalacağıma dair söz veremem, ne rüzgarın yönünü belirleyebilecek kudretim var ne de kendimi durdurabilecek cesaretim.

Kimsenin yabancılık çekmeyeceği, kendini zümrüt parçası görenden kendini buzdolabında unutulan yarım limon olarak tanımlayana kadar herkesin bir "ben" bulacağı bir platform oluşturma arzusu uzun süredir başımın etini yiyiyordu zaten. Yazmaya üşenmediğim süreçler dışında burada sizlerle beraber olmaya, size "sizi" anlatmaya, biraz da kendimden ve edindiğim tecrübelerden bahsederek (her ne kadar "bir musibet bin nasihattan iyidir" teorisine şiddetle katılsam da) en azından zihninizde bir fikir edindirmeye çalışacağım.

Günümüzde "düşünmek" eylemini çok basite indirgeyen, icra etmeye üşenen, başkalarının onun yerine de düşüneceğini, hazır bilgiyi depolamayı alışkanlık haline getirmiş bir takım "insan" topluluğunun burada pek de birşey bulamayacağını müjdelemek istiyorum, o şahıslara tabiki, mesela o bahsettiğim kişiler şu an çoktan benim kendimi beğenmiş bir ahmak olduğumdan ve yazdıklarımın ne kadar değer taşıyabileceği hakkındaki kaygılarından bahsetmeye başladılar bile. Ha bir de sabırsızlar ve tedaviyi reddedenler var tabiki. Şanslıyız ki, onlar ne bize ne de hayatımızda rol almaya müsait canlılar değil. Yine de hor görülmesinler, görmeyiniz. Unutmayınız ki her filmin figüranlara ihtiyacı vardır.

Paylaşmanın o eşsiz lezzetini hücrelerine nüfuz edebilmiş, tanımadıkları duygulara dahi özlem duyabilen, farklı şehirlerde, farklı karakter ve zihin yapıları ile, farkında olmadan aynı şeyi düşleyen, düşlemekten sıkılan, sıkıldıkça dibine kadar ona bulanan, umudunu inat ve özveriyle kaybetmek istemeyip bunu hakkıyla başaranlar, sizlere sesleniyorum. Siz benim en derinime inerek, benden nefret ederek, sonsuza dek sevemeyecek dahi olsanız, ben burdan ilan ediyorum size olan sevgimi. İyi ki varsınız ve buradasınız...