30 Mayıs 2013 Perşembe

Bir şeyler yapmalı, fazla vakit yok. Dağıtmalı bu havayı ve azad etmeli içimize dolan bu endişeyi. Huzursuzsunuz biliyorum ve benim gidişimle geçmeyeceğini de. O halde ya öylece izlemeli bu sessizliği, ya gidip unutmalı ya da kalıp didinmeli karanlığın içine bir renk sıkıştırmak için. Karşıma bakıyorum, başımı hareket etmeden görebiliyorum manzarayı. Düşünülenlerin hiçbiri düşündürenlere değmez belki ama, belli ki bu bedel ödenmediği sürece kötürüm kalacak sohbetimiz. Şanslıyız ki yalnızlık için de bir cephe açmıyoruz.

Etrafımızda gülenler bile var. Kim bilir birkaçı bizim beceremediğimizi becermiştir ve bir kamufle aracı olarak sömürüyordur tebessümü. Zaman ilerliyor, her dakika biraz daha büyüyor masa ve birbirinden daha uzağa gidiyor masanın uçları ve uçlarındaki insanlar. Bir çağrı yapmalıydı, öyle bir çağrı yapmalıydı ki şuursuzca akan bu zaman şöyle bir dönüp bakmalıydı arkasına. İlgisini çekebilmeliydik. Böyle vurdumduymaz, bizden bağımsız hareket etmemeliydi. Biz tüm hayatımızı üzerine kurgularken, bizden bu denli bihaber olamazdı, olmamalıydı.

Kimse çabalamıyor. Kimse kimsenin umrunda değil. Ya da umrunda olmaması gereken şeylere kafayı fazla takıyorlar. Ya da asıl umrumuzda olmaması gereken şey içinde bulunduğumuz durum. Gereğinden fazla önemsiyoruz belki de. İçimizde bulunduğumuz durumu gereğinden fazla önemsiyorsak, önemsenmesi gereken neydi ki? Yarın sabahki kahvaltıyı mı düşünecektik? Ya da yarın geceyi bir telafi imkanı olarak mı görecektik? İçinde bulunduğum yer, zaman, insanlar, ben hep önemsemiştim. Gereğinden fazla değil, olması gerektiği kadar. En azından benim için.

Belki de durum sandığım kadar vahim değildir, kim bilir belki masadaki tek mutsuz adam benimdir. Belki de masadaki en mutlu adamımdır. Belki de yan masadaki kadın bana bakıyordur. Belki arkamı dönsem tüm odağım değişecektir. Bir çay söylesem, tam o an biri de benimle gelse, masada kalanlar kendi aralarında bir şeyler konuşacaktır. Biz dönerken bir arkadaşa denk geleceğizdir. Döndüğümüzde biri gülümsüyor olacaktır. Ben çayı dökeceğimdir, daha da huzursuz olurken birisi buna bakarak gülümseyecektir.

Hala karşıma baktığımı farkettim, masa düşündüğümden çok daha küçüktü. Boş bir çay bardağı vardı ve hiç sandalye yoktu. Başka masa da yoktu. Kimse de gülmüyordu. Karanlık da değildi. Güneş gözümü alıyordu. Gözlerimi kapamak zorunda bırakıyordu. İyice mayışıyorum. Bir şarkı mırıldanıyorum kafamın içinde. Çok güzel bir şarkı, beni çalıyor, beni söylüyor. Eşlik ediyorum, inanılmaz mutluyum. Şarkı hiç bitmesin istiyorum, bitiyor.


27 Mayıs 2013 Pazartesi

Ah Yar

Bırakma boynunu bükük şarkıların
Bir hüzünlü keman soloları kaldı çağlayan
Kırıldı kalemim,
Bir mürekkebim kaldı ağlayan
Saçıldı boydan boya sayfalara,
Dizelerim hep yarım kaldı,
Sözlerim tutsak dudaklarımda.
Sen söyle, sen anlat,
Onlar da seni anlatıyorlar ne de olsa.
Senin ağzından konuştur seni anlatan beni.
Canlandır ağzımdaki ölümlü seni.

Kapatma pencereleri rüzgarın suratına.
Rüzgarı da al altına ve bul sende kaybolmuş beni.
Birlikte dökelim ağaçların yapraklarını.
Sonbaharı getirelim el ele,
Bu son sonbaharımız olsun seninle.
Küselim sarıya, ne de olsa sarı sevmez bizi.
Olsun biz yine de sevelim onu.
Özlettik kendimizi çimenlere,
Bak yeşile nasıl da gözü arkada ve yaşlı.
Bu son sonbaharımız olsun,
Hele bir ver elini,
Bitmeyecek bir bahara açalım seninle,
Çiçeklerin arasında yaşayalım.
Kuşların şarkılarına eşlik edelim.
Ömrümüzden ömür verelim kelebeklere.
Su olup akalım vadilere.
Yağmur olup yağalım tarlalara.
Bereket olsun bizim adımız.
Bir domatese can verelim, bir bibere.
Karnı burnunda bir kadın tanıyalım fidanların arasında.
Sırtında bebeği, aklında akşama yapacağı yemeği.
Yemeğin üzerine çay olalım duman duman.
Evin neşesi olalım.
Bebeğin zırlaması olalım,
Uyandıralım ahaliyi, biz uyuyalım.
Öyle bir uyuyalım ki kıskansın toprak ve altındakiler.
Öyle bir uyanalım ki kıskansın bahar.

Ah yar, beni nasıl tam ediyorsun yar.
Yolları bana nasıl dar ediyorsun yar.
Beni nasıl yoktan var ediyorsun yar.
Beni içinde nasıl yok ediyorsun yar.
Gözümü nasıl kör ediyorsun ah yar.
Sözümü nasıl bal ediyorsun yar.
Beni nasıl biz ediyorsun yar.
Ah yar...








20 Mayıs 2013 Pazartesi

Belki


Saklarsın diye ummuştum küçük sırrımızı.
Ben öyle sakladım ve saklayacağım ki,
İhtiyarladığımda unuturum bile belki.
Belki seni görsem tanıyamam.
Bakarsın karşılaşırız,
Torunlarımızı gezdirirken aynı parkta.
Sen yine ilk gördüğüm günkü kadar güzel,
Ben belki elimde baston,
Ufaklığa yetişemez tökezlerim.
Seni görsem bir anda delikanlı oluveririm.
Göbeğimi içime çeker,
Saçlarımı düzeltir, dik yürümeye çalışırım.
Sen belki görmezsin bile beni.
Kim bilir belki de göremezsin...

Bazen özlüyorum doğmamış kızımızı.
Rüyalarımda senin gözlerinle gülümsüyor bana.
Birden büyüyüveriyor.
Boynuma sarılıyor aynı senin gibi saçları.
Bazen özlüyorum içinde hiç oturamadığımız,
Ormanın içinde ateşböceği gibi ahşap evimizi.
Toprak kokusu doluyor burun deliklerime.
Kokun doluyor, sen doluyorsun.

Yine yalnız bir sokakta yürüyorum bir gün.
Elimde şemsiye, dilimde türkün.
Bir haber geliyor batıdan,
Ben ağlıyorum.
Gökyüzü ağlıyor.

16 Mayıs 2013 Perşembe

Trenler


Durdurun böyle hızlı giden trenleri,
O demir yığınları ne hain kölelerdir.
O lokomotifler ayrılığın çırakları,
Görsen onlar ne telaşla kovalar birbirini.
Susturun hasretin borazanlarını,
Müjdeler çalın kulaklara.
Kavuşma nidalarıyla inlesin garlar.
Ayak sesleriyle sarsılsın yerler.
Çakıl taşlarıyla değil.

Kesin önünü böyle hızlı giden trenlerin,
Kaldırın tüm seferleri.
Gönderin seferileri evlerine,
Ayırın birbirine sımsıkı sarılmış rayları,
Ateşe verin tüm koltukları.
Egzoz yerini boğan dumana bıraksın,
Gündüz geceye bürünsün,
Kapkara kaplansın kompartımanlar.

Trenler ki ne hain kölelerdir,
O lokomotifler ayrılığın çırakları.
Ey güneş öyle bir köpür ki,
Erisin bu demirden yollar.
Kimse ayrılmasın memleketinden,
Ayrılamasın.
Bırakmasın titrek elleri boş.
Gözü arkada kalanların yaşını dindirin.
Demir gibi dövmeyin artık,
Demir yığınlarının ararasında kalmış yalnız yürekleri.

12 Mayıs 2013 Pazar

Anne değil mi?


Annem ben küçükken,
insanlar dünyaya yarım gönderilirler,
Eşlerini bulup tam olabilmek için derdi.
Derdi ki; bir gün gelecek,
Her şeyi iki kişilik düşüneceksin,
Sonra üç, dört belki beş kim bilir.

O gün bir kadın düşledim,
ve o gündür içimde bir boşlukla yaşıyorum.
O boşlukla seviyor,
O boşlukla konuşuyor,
O boşlukla susuyordum.
İçim içime sığmıyor hala,
Dünyanın en dolu boşluğudur o.

Annem o boşluğu doldurmak için acele etme,
Sen ne yaparsan yap,
O dolacağı zamana kadar bekleyecek derdi.
Onu öyle sev,
Çünkü bir gün gelecek.
Öyle dolup taşacaksın ki,
Boşluk nedir unutacaksın.
Kim bilir belki özlersin bile onu.
Özlediğini sanırdım gülümsemesinden.

Annem derdi ki;
Haketmek için önce iyi bir adam olman gerek.
Ne kadar çok kalp kırarsan,
O kadar mutsuz olursun.
“İyi bir adam olmak”
“Kalp kırmak”
Annemin ağzından çıkan her söz,
Aklanıp paklanıp öyle varıyordu kulaklara.

Bazen gün hiç bitmeyecek sanırsın,
Öyle bir bunalır ki insan,
Öyle bir düğümlenir ki,
Ne ile gülümser bilemez.
Ben biliyorum,
Annemin kucağında düşlüyorum kendimi,
Saçlarımla oynuyor.
Masal anlatıyor bana,
Herkesin mutlu olduğu masallar,
Öyle güzel anlatıyor ki,
Dünyaya dönmeye korkuyorsun gittiğin yerden.

Hala yanımda, benimle,
Ne şanslıyım Tanrım ne şanslıyım!
Boşluğumla şanslıyım,
O da dolacak bir gün.
Dolacak mı?
Sen daha iyi biliyorsun tabi.
Sevecek mi? Sevecek değil mi?
Sevecek, sevecek...
Biliyorum, biliyorum,
Söylemeye çekiniyorsun,ama ben biliyorum.
Hiç bir kadın beni annem kadar sevemeyecek.
Olsun oğlumuzu sever o da ya da kızımızı,
Anne değil mi?
Beni onlar kadar sevecek hali yok ya!
Olsun,
Ben bir ömür onları kıskanmaya
Canı gönülden razıyım.