30 Nisan 2012 Pazartesi

Fark edilmekten korkuyorum
Dönüp gözlerini değdirecek diye ürküyorum
Niye bilmiyorum.

Baktığı yerde bitmek istiyor çiçeklerim
Düştüğü yerde kavramak istiyor sarmaşıklarım
Kimsin bilmiyorum.

Sadece sesini dinliyorum ayak çırpışlarının
Bir damlasına feryat ediyorum gözyaşlarının
Sessiz ve içten yakarışlarım
Kim için bilmiyorum.

Şaşırmak isterdim olası gözyaşlarına
Uyarmasaydım eğer.
Yine ağlardın elbet ama
Dizlerimi baraj ederdim hıçkırıklarına ilelebet.

Farkına varmaktan korkuyorum
Yaşamadığımı yaşamaktan ürküyorum
Sevmekten çekiniyorum
Niye bilmiyorum

Olduğun yerde yok olmak istiyorum
Hiç var olmamış gibi
Arzuluyorum terkedişlerini
Kimsin bilmiyorum

Sadece uğruna ölüp ölüp diriliyorum
Hiç yaşamamış olmayı dileyerek
Aşağılık gururum ve ben
Kim için bilmiyorum.

Duymak isterdim pişmanlığını
Senle tanışmasaydım eğer
Yine dolu dolu olurdu gözlerin elbet
Hazırdım ellerimle okşamaya yaşlarını ilelebet

Saadet yaramaz bir velet
Durduğu yerde durmaz
Kepaze ruhun, vücudun ceset
Razıydım sarılmaya.

Sığlarında boğulmak isterdim
Derinlerine hiç uğramadan
Ben küçük denizin balığıyım
Hiç okyanusa açılmadım
İstedim ama hiç açılamadım.


16 Nisan 2012 Pazartesi

Yalnız Ölmek

Hepimiz tek bir şey için çalışıyoruz aslında; ızdırapsız bir ölüm...
Hepimiz öleceğiz biliyoruz, ama biz özel bir hastanenin pahalı bir yatağında can vermek için sıraya girmiş durumdayız, sırada kaynayanlar önündekini itenler gırla. Çünkü biz bu yarışta her şeyin mübah olduğuna inanmış bireyler olarak, ölümün bile bir farkı olacağına bahse girmişiz Tanrıyla. 

En güzel çağlarımızda güneşle süslenmiş o bahar günlerinde terlemeyi seçmişiz masabaşında, İzmirli bir güzelin kucağında terlemek varken... Biz sessiz kalmaya, itiraz etmenin sadece bizi biraz daha yoracağına, gösterdiğimiz gayret her ne olursa olsun başımızdakiler için gürültüden öteye gidemeyeceğine inanmışız. İnanmışız en azından, öyle dışarıdan göründüğü gibi ruhsuz insanlar değilmişiz, gözlerimiz dolarmış her şeyi bırakıp dikmek istediğimizde buz gibi birayı. Bizim de duygularımız varmış, biri bunu fark etmiş ve görmüş içimizdeki ağlak çocuğu. 

Ben nerdeyim, kimle paylaşıyorum yalnızlığımı, bunları kimlere anlatıyorum inan bilmiyorum, uzun zamandır kendi kendime konuşuyorum ama hiç düşünmedim delirmiş olabilme ihtimalimi. Belki çok iyimserdim belki de olağanüstü gerçekçi bilemiyorum, ama kendi iç çatışmalarımı, kendi kendimi güldüren kimi zamansa hüzünlendiren mizacımı hiçbir zaman dışlayamadım. Hoş dışlasam da bırakmayacaktı ki peşimi, onunla barışık yaşamak zorundaydım. Öyle arada küser, sonra barışırız ama anlaşırız işte, anlarız dilimizden. 

Sen arkana bakmadan koş, birinden kaçtığın için değil, sırf yerinde saymamak için. İlerlemek yol kat etmek değildir, ilerlemek olduğun yerde seyretmemektir. Her yenilik, daha iyi için bir adım değildir. Sen her daha iyi adımı aradıkça elbet bulacaksın sana göre daha iyi bir yol, ve gideceksin peşinden muhasebesini yapmadan eskinin. 

Ey, dünü hor gören! Bugün her attığın adımda dünden bir nasihat buluyorsun farkında mısın? Kimse geçmişini silemez, görmezden gelmek silmek değildir çünkü. Silmek insanın kudretini aşar, üstünü karaladığın isimler yağmurda hortlar, ya da okunamayacak kadar silik hale gelir. Kaçırdığı bir nokta var insanoğlunun, okumak istemediğin bir şeyi kimse daha büyük harflerle yazamaz, okumak istediğin bir şeyi küçültemeyeceği gibi gözünde.

Yine konudan saptırdın beni kanımda dolaşan yaramaz, ne diyorduk evet yalnız ölmek. Eve yılda iki kere de uğrasam karşı komşumuz Sadık amca bende her Ankara'ya döndüğümde kalıcı izler bırakıyor. Eşi iki sene önce vefat etti. İki tane kızı var, kızları evli ve çocukları var. Edirne'de yaşıyorlar. Sadık amcaya 50 km mesafede olmaları uzak oldukları anlamına gelmiyor, onları uzak kılan tanımlanamaz gönül mesafeleri. Bayramda elini öpmeye gittiğimde bana kahve yapmaya çalışıyor zor yürüyen Sadık amca, iki çift kelam istiyor. Birinin kucağında ağlayabilsin, içini dökebilsin istiyor. Öyle bir konuşuyor ki Sadık amca iki kelimeden sonra mıhlanıp kalıyor sözcükler gırtlağında. Gözyaşları alıyor sahneyi, belkide harflerden daha anlamlı ve derin anlamlar sürüklüyor gönül sularıma. Gözlerimiz doluyor, gözlerimiz boşalıyor. Gözler konuşuyor, gözler susuyor.Sadık amca Emine teyzenin yokluğunu sırtında hançer gibi hissediyor, evdeki her sessizliği onun sözleriyle dolduruyor içinden. Sadık amca domates tohumu ekiyor, salatalık ekiyor. Bir yandansa meyvesini yalnız yemenin vereceği hüznü şimdiden hissediyor. Sadık amca hep ağlıyor, sadık amca ölümü bekliyor. Ölümü kucaklamaz mıydı Emine teyze yanında olsaydı, şimdilerdeyse ölüme gel artık al canımı diyor. Salatayı Ali yesin ben Emineme kavuşayım diyor. Sadık amca hep ağlıyor, Sadık amca yürek dağlıyor. Sadık amca ölmek için yaşıyor.

Herkes ızdırapsız bir ölüm için çalışıyor, bilmiyorlar ki en kötüsü yalnız ölmek.

5 Nisan 2012 Perşembe


Bir insan nasıl olur da sevmeyi istemez hiç düşündün mü? Sevmekten korkar demiyorum dikkat et, sevmek istemez. Başka bir mevzu bu onda vuku bulan. Umudunu yitirmek değil bu, yerim öyle umudu demek. Bir insan nasıl olur da kendini bu kadar soyutlayabilir bir zamanlar uğruna her şeyi unutup gülümseyebildiği şeylerden. Gülümsemek, evet yine gülümsüyor ama o gibi değil. Bir başkası gibi gülümsüyor, gözlerinin içinde ahmaklığa dair en ufak bir iz bırakmadan gülüyor. Karşındakinin içini ısıtan bir gülüş değil o. Karşındakine senin gibi on tanesini cebimden çıkartırım diyen gülüş, ama olsun artık kimse onun birini çok sevdiğini düşünmüyor. Kimse onun zayıf olduğunu keşfedemiyor artık, birine sıkıca tutunduğunda bırakamayacağını bilmiyor.

Bir insan neden hep güçlü olan şeyin yanında olmak ister hiç düşündün mü? Çok basit, güçsüz olduğu için. Herkes kendindeki eksiği tamamlamak ister. Karakterler için de bu geçerlidir. Öyle kimse ruh ikizini falan aramasın arkadaş, oturup yufka mı açacaksınız? Ortak özelliklerinize tick atıp mutlu mu olacaksınız? Yok öyle bir dünya. Diyeceksin ki, zaten güçlü olan niye daha fazlasını istemesin? Gücün bir sınırı var mıdır, aşılabilecek bir çıta mıdır, kolu nereye kadar uzanır, kimlere ulaşabilir, kimlere yalan söyletebilir, kimleri satın alabilir? Güç en güçlü olana kadar hep bir özlem olarak yer edecektir “içinde kalanlar” listende.

“İçinde kalanlar listesi” Herkesin vardır içinde kalan bir şeyler. Onun içinde o ahmak gülüşe ahmak gülüşle karşılık verebilecek biri kalmıştı. Aslında o böyle birini istemiyordu, ama kalmıştı işte içinde. Bilmiyordu ki, öyle birini bulsa kıracaktı kalbini üç vakte kadar. O onun canını acıtanı istiyordu gayri ihtiyari, her insan gibi. Herkes mi mazoşist arkadaş diyeceksin. Ne gördüysem onu anlatıyorum diye naif bir cevap vereceğim, kadehlerimizi tokuştururken. Yazdıklarımın hiçbiri hayal ürünü falan değil, keşke öyle olsaydı da rahat rahat uçabilseydim, şu anda da pek yeryüzündeyim sayılmam ya her neyse.

Bir insan nasıl olur da sevmediği birine onu seviyormuş gibi gülümseyebilir, ya bunu hiç düşündün mü? Ah, evet düşünmedim anasını satayım dediğini duyar gibiyim. Bir gün birinin sana böyle baktığını hisseder de gözyaşlarına boğulursan, beni hatırla olur mu, ağlayabilecek kadar cesaretin varsa tabi. Düşünüp de içi burkulanlar içinse, izin verin anlatayım. Bu sahteliği idrak edemeyenler, ah onlar ne kadar şanslılar. Bu arada kimse ona böyle bakmamıştı, ama o nasıl bakılacağını çok iyi biliyordu. Bu kesinlikle bir vicdan azabı değil ondan miras kalan, bu sadece basit bir insan için belki benim, belki senin için iç acıtıcı bir hadise. Öyle gülerdi ki, ondan bizzat istenilen gülüşün tatminkarlığıyla yanakları kızarmış olan kadını belinden tutardı gözleri sırıtırken, elinden değil, elinden tutmak ona kötü anılar çağrıştırıyordu. Mümkün olduğunca kaçırırdı gözlerini, göz göze gelmek zayıflıktı. Dudaklarını öperken bile gözleri açıktı, göğüs dekoltesine kayardı gözü. Usta bir satranç oyuncusu olması gerekmiyordu birkaç hamle sonrasını görebilmesi için, ki tam olarak bu yüzden o hamleyi yaparken birkaç hamle sonraki zaferin tadını alamıyordu. İçinde birikmiş ona henüz aşık olmamış kadınların meyvelerini serptikten sonra kimsenin ilgilenmediği öyle boylu boyunca uzamış, kırık, buruk, çirkin yabani otların bulunduğu bahçeye, ustaca çekerdi fermuarını ve kesinlikle gülümseme olmazdı bu sefer yüzünde. Arkasından özenle üzerine dikilmiş bir çift gözün takibi, beklentiler, ertesi güne dair boş hayaller ve türevlerini de alarak yanına, farklı bir yola sapardı. Aynı yoldan iki kere gitmesi ancak yeni gittiği bir kapıdan terk edilerek geri dönmesiyle mümkündür artık. Telefonu çaldığında, o ismi gördüğünde birkaç saniye içinde gecenin muhasebesini yapar ve  gerekli talebin sağlanamaması ihtimaliyle küçük bir “Alo” ile açardı. Onun için gerekeni alır, ve ekler hesaba ya artı ya eksi olarak. Böyle geçen her uzun gece, her çekilmez sabah ve ertesi gelen pişmanlık dolu ifadelere teselli arama çabaları birbirini izler, izler, izler…

Bir insan nasıl olur da sevmek istemez hiç düşündün mü? Sevmeyi unutur değil, dikkat et sevmek istemez. Sevgi nedir, yenilir mi, içilir mi, gözaltı morluklarını kapatır mı, ya da çıplak gezmektense üzerime giyeyim diyebileceğin bir şey midir? Nedir sevgi hiç düşündün mü? Sevmeden mutlu olmak mümkün müdür? Soru sormayı hiç sevmiyoruz değil mi, en azından cevaplamak kadar sıkıcı geliyor. Birkaç damla dolaştıktan sonra kanımızda o yaramaz, bira şişene rastgele bir yelkovan misyonu yüklediğinde ne oluyor da birden bülbül gibi şakıyorsun hiç düşündün mü? Sen içmesen bunları yazabilir miydin diye soracaksın belki de, ben de sırf sen boynunu bükme diye yazamazdım diyeceğim, ama sırf senin için. Şaşırdın değil mi, ne kadar da düşünceliyim. Daha da şaşırtıcı bir özelliğim var, senin bunu okuyabileceğini düşünmem. Buraya kadar gelebilme ihtimalin pek de yüksek değil açıkçası. İyimserim, biliyorum, ve gidiyorum şimdilik.

4 Nisan 2012 Çarşamba

Bırak gitsin Mecnun


Bırak gitsin Mecnun
Korkma unutulmaktan, o bile unutulacakken
Sana vazgeç demiyorum
Soldurma gönlünde açan mis kokulu çiçekleri
Başka bir bahar gelecek
Belki kış umduğundan çetin geçecek
Karla, yağmurla iyi anlaşacak kalbin lakin,
Unutma ki bahar gelecek.

Bırak gitsin Mecnun
Hiç dönmeyeceğini bilsen de
Bırak karışsın kurdeleli, süslü yalnızlıklara
Biliyorum korkuyorsun ya mutlu olursa diye
Onun mutluluğu sana mutluluk getirmeyecek biliyorsun
Olsun,
Mutluluk başka bir bedende canlanacak
Unutma ki bir sabah vuracak yüzüne pis pis sırıtan güneş

Bırak gitsin Mecnun
Nereye gittiğini bilmeden
Büründüğü beyaz çevirsin yüzünü siyaha diye
Etme beddua, yakışmaz sana!
Ne ona yakışır sensiz beyaz
Ne sana yakışır onunla siyah
Onun için kopardığın çiçek yeni bir fidan verecek
Unutma ki manolyayı o da sevecek
Manolyayı sevmese de sevdiğini söyleyecek
Sırf seni sevdiği için.

Bırak gitsin Mecnun
Her şeyini peşinde götürerek
Öyle bir gitsin ki
Gölgesi bile küssün ona
Geri gelecek yüzü olmasa da
Gelse yine bir gün
Yine aç kollarını ona ve
"Bittim" de.
"Senin için"
"Yeniden başlayacağım"
"Onun için."

Bırak gitsin Mecnun
Arkasına bakarsa eğer bir an için
Çevirme sakın yüzünü
Görsün geride bıraktığını ve
Bilsin, gözyaşı ne demek
İyi gözükmeye çalışma
İyi ol!
Son kez göreceğini hatırla
En güzel anını kirletme
Unutma ki onu hep öyle hatırlayacaksın.

Bırak gitsin Mecnun
Dağılsın ismi zihninde fikrinde
Harfleri bir araya getirmeye çabalama!
Özgür bırak onları
Aynı candan aynı kandan
Hep bir ağızdan fısıldasınlar
Yeni bir baharı...