28 Ekim 2012 Pazar

Biraz Çaresizlik Biraz Cesaret


Cesaret her zaman göründüğü kadar keskin bir his değildir dedi Menelaos, bazı cesaretler vardır ki içlerinde çok büyük çaresizliklerin çıkmaz sokakları gizlidir. Ne yazık ki birçokları uçurumun eşiğine vardıklarında çıkar bir yol bulurlar, işte o vakit cesaretin kalbi delinir. Yeterince çaresiz değilsen ve yeterince nasibini almamışsan hayal kırıklıklarından, onursuzca nefes almayı yeğlersin rüzgârı altına alıp sonsuz mutluluğa varmaya.

Menelaos seslendi: “Helene! Seninle zamana katlanmak, diğer tüm insanlar gibi bize sadece kötülük etmiş vücudumuzu doyurmak, onun gönlünü etmek istemiyorum artık. Ayrı bedenlerde, farklı gözlerle görmek istemiyorum. Göğüs kafesimi zorlayan bu ışık, düşlerimde sensiz canlanan her resme duyduğum nefret, her defasında “vicdan” adı altında çektiğim dayanılmaz azaplarımın sebebi sana olan bu merhametim, hepsi bir ağızdan can çekişiyorlar, bilmiyorsun.”

Buralardan gitmeliyiz ama ayaklarımızla değil, öyle endişeli ve meraklı gözlerle süzdüğün gibi kalmalı dünya arkamızdan. Sonlu mutluluklar sonsuz aşkımızı gölgeliyor Helene, görmüyor musun? Bu toprak, ektiğimiz tohum, biten ağaç ve verdiği meyveler. Bizim varlığımız bunlardan ibaret olmamalı, şimdi gideceğiz. Gideceğimiz yerde hava ne sıcak ne de soğuk olacak, cesarete çelikten bir kaftan giydireceğiz ve geçireceğiz üzerimize. Çaresizliğin en dibinde olacağız. Her sokak sana, bana çıkacak. Gideceğimiz yerde küçük, tatlı cesur göller olacak. Sadece bize ait. Şimdi sadece biraz çaresizlik, biraz cesaret, ver elini.

27 Ekim 2012 Cumartesi

Geleceğim


Geleceğim sevdiceğim
Dalga dalga geleceğim gecenin bir yarısı
Koşarkulaç geleceğim bereketimin darısı
Geleceğim benim küçük tatlı adam
Geleceğim hasretimle kavrulmadan

Sende kaybolmaya geleceğim kalbimin yarısı
Ettiğim her sözün, gittiğim her yolun hayırlısı
Salımı sandalımı yakıp geleceğim
Maziyi içimden atıp geleceğim
Geleceğim küçük tatlı madam

Geleceğim hatunumsun
Geçmişimin karanlığında alev alev mumumsun
Geleceğimde, seveceğimde,
Ne kadar sen kokulu çiçek, börtü böcek varsa
Hepsinin biriktiği balmumumsun

Geleceğim benim küçük tatlı adam
Dilinde tüy bitmeden, damında baykuş ötmeden
Geleceğim küçük tatlı madam
Bu savaş bittiği zaman
Elimdeki barut kokusu çıkmadan

Geleceğim badem, yaralarım sarılmadan,
Kanım pıhtılaşmadan, gövdem henüz çatlamadan
Henüz sarabilecekken gövdeni, kemiklerim kırılmadan
Ölmeden geleceğim buğdayım, unum, ekmeğim her şeyim
Tasalanma! sana gelmeden ölmeyeceğim.

8 Ekim 2012 Pazartesi


“Hayat sandığımız kadar kötü değil sanırım.” Tüm yaşanmışlıklardan sıyrılıp, Tolstoy’un dediği gibi binlerce yanan mum arasında parlaklığını hissettirerek bu sözleri dilimden düşüren neydi? O öyle bir güzellikti ki; gerçekliğine inanmakta zorlandığım, bugüne kadar yaşayan her şeyi grinin farklı tonlarıyla kolayca ifade edebilirken, onlarca rengin binlerce farklı birlikteliği ile elde edilemeyecek, henüz keşfedilmemiş, dolayısıyla yok sayılan, bir renk gibiydi. İsimsiz bir renk…


Hiçbir ustanın kaleminden dökülemeyecek güzellikte bir romanın, en saf, en temiz, en tutkulu köşesinden fırlayıp çıkan bir karakter gibiydi. Bir solukta okuyordum. Olup bitene aldırış etmeden, acaba nasıl görünüyorum diye düşünüp bir an kahkahasını frenlemeden gülümseyebiliyordu. Dünyanın en güzel burnu, dişleri, gülüşü, dudakları hepsi gözlerimin içine bakmak için bir araya gelmiş gibiydi. Kalbimi demir gibi dövüyor, hiç var olmamış gibi var olduğumu hissettiriyordu. Ya da terk edilmiş o ağacın kuru dallarından birinde hep beklemişsin de, su gelmiş, güneş gelmiş gibi. Bir anda olup düşüveriyorsun şefkatli bir ele.


 Yatağıma giderken kafamda hep aynı soru belirmeye başlamıştı. Rüyaya mı dalacağım, yoksa rüyadan mı uyanacağım? Siz hiç uyumaktan korktunuz mu?

6 Ekim 2012 Cumartesi


Uzandığım yatağa başkasının kokusu sinmişse
Benim kokum manasızdır diyemezsin
O koku var olmadan önce kokum var olmasa da
Gömleğinin yakasına o kokudan sinmiş diyemezsin

İnsana biçtiğim değere
Biçilmiş kaftanlar giydiremezsin
Aşkıma kılıf,
Benliğime sınıf biçemezsin.

Olsa da özümde bir yabancı bir tohum
O yabancının dilinden konuşuyor diyemezsin
Benim dilim döndüğünce
Beni inkâr edemezsin

Varsa sözümde sana göre bir yanlış
O yanlış özdedir, dilde diyemezsin
Baktıkça gördüğün başkasının yüzüyse
O yüze haram diyemezsin
O yüz yüzüne katlandığı sürece
Bendedir özün bilemezsin