8 Ekim 2012 Pazartesi


“Hayat sandığımız kadar kötü değil sanırım.” Tüm yaşanmışlıklardan sıyrılıp, Tolstoy’un dediği gibi binlerce yanan mum arasında parlaklığını hissettirerek bu sözleri dilimden düşüren neydi? O öyle bir güzellikti ki; gerçekliğine inanmakta zorlandığım, bugüne kadar yaşayan her şeyi grinin farklı tonlarıyla kolayca ifade edebilirken, onlarca rengin binlerce farklı birlikteliği ile elde edilemeyecek, henüz keşfedilmemiş, dolayısıyla yok sayılan, bir renk gibiydi. İsimsiz bir renk…


Hiçbir ustanın kaleminden dökülemeyecek güzellikte bir romanın, en saf, en temiz, en tutkulu köşesinden fırlayıp çıkan bir karakter gibiydi. Bir solukta okuyordum. Olup bitene aldırış etmeden, acaba nasıl görünüyorum diye düşünüp bir an kahkahasını frenlemeden gülümseyebiliyordu. Dünyanın en güzel burnu, dişleri, gülüşü, dudakları hepsi gözlerimin içine bakmak için bir araya gelmiş gibiydi. Kalbimi demir gibi dövüyor, hiç var olmamış gibi var olduğumu hissettiriyordu. Ya da terk edilmiş o ağacın kuru dallarından birinde hep beklemişsin de, su gelmiş, güneş gelmiş gibi. Bir anda olup düşüveriyorsun şefkatli bir ele.


 Yatağıma giderken kafamda hep aynı soru belirmeye başlamıştı. Rüyaya mı dalacağım, yoksa rüyadan mı uyanacağım? Siz hiç uyumaktan korktunuz mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder