25 Eylül 2012 Salı


Gözünde büyüyen işleri, gönlünde küçülen insanlara yaptırmaktan tarifi güç bir haz alıyordu. Bunu yaparken kaşlarını kaldırıyor, gözbebekleri küçülüyor, alın çizgileri el sallıyor, kol sallıyor, varlıklarını ispat derdine düşüyordu. Yanakları en taze nara taş çıkarak cinsten parlıyor ve dudakları olabildiğine masum ve kırılgan bir rol kesiyordu ince rüzgarın derin dokunuşlarında.

Onu hoş görenleri alabildiğine hor görüyordu, sivri çenesi ve usta mimikleri tiyatro sahnesini bile solduracak düzeyde alımlı ve alkışlanamayacak kadar insanı kas katı kesiyor ve hiç açılamamak üzere kilitliyordu.

Tek farkedenin ben olduğuma bahse girebilirim. İnsanlar onu hayranlıkla dinliyor, sözlerinin her vuruşunda ahenkle kafalarını sallıyorlar ve bir diğer gamı büyük bir heyecanla süzüyorlardı. Sevimliydi ve kimsenin göremediklerini göremeyeceklerinin gölgesinde ısıtıp, muazzam bir sihirbaz gibi atıyordu gözlerinin önüne. Kimse ipi göremiyordu, görmek istemiyordu.

Bana itiraf etmek istediği şeyler vardı, büyük bir heyecanla yanına gitti. İki kahve aldı geldi, yine her zamanki gibi nazikçe "Çay mı içerdin?" diye sordu. Başımı farketmez manasında eğdim ve dinlemeye başladım. Rüzgarda soğumuş dudaklarını kahvenin köpüğü ile ıslattı ve devam etti.
"Bazen insanların asıl beni gördüğüne dair rahatsız bir hissiyata kapılıyorum. Sanki farkındaymışlar da bana acıyıp da belli etmiyorlarmış gibi bir halleri var. Ağızları açık beni dinlerlerken, birden umursamazlığın dibine düşüyor gibiyim. Söylediklerim..." Bir an sustu, bir yudum daha aldı. Rüzgar gittikçe hızını arttırarak, yağmuru müjdeliyordu. Hava iyice kapandı, bulutlar yerini aldı. Devam etti. "Söylediklerim, güzel ama insana bir şey katmayan bir film gibi. Herkes evine dağıldıktan sonra biliyorum ki beni unutuyorlar. Kimse söylediklerimi o akşam yatmadan düşünmüyor, o kadar karışık ve zaman zaman karşıt düşünceleri besliyorum ki üslubumda birinin de gelip, sen böyle dedin de ben düşündüm aslında şöyle şöyle, dememiş olmasında bir gariplik yok mu sence de?"

Hırkamın düğmelerini düğmeledim. Kahvemi dudaklarıma götürdüm, ama içmedim bir an olsun ısınmak istemiştim. Ya da sözcüklerimin soğuk çıkabilme ihtimalinden korkmuştum. Bardağı masanın üzerine koydum, az kalsın düşürüyordum. Köşesine koymama ramak kala ortaladım. "İnsanların seni anlamadığını mı düşünüyorsun?" dedim kısık ve çekingen bir ses tonuyla.

"Bilmiyorum. Duyup dinlememek, dinleyip anlamamak, anlayıp düşünmemek. İnan hangisi daha kötü bilmiyorum. Bildiğim tek şey, dikkate alınmadığımdır. Ya da bunun şüphesi, izi ona ait herhangii bir zerresi bile kafamı kurcalamaya yetiyor da artıyor bile."

Yanağında bir ıslaklık sezdim. Yağmur yavaş yavaş geliyorum diyordu. Gitmeliydim, ona söyleyecek bir şeylerim olmalıydı. Bunun üzerine düşünmeliydim. Bir arkadaşıma sözüm olduğu yalanını söyledim ve oradan uzaklaştım, yarın için anlaşmıştık. 
Ona söyleyecek bir şeylerim olmalıydı, çok nadir dinlerdi, ona dinletecek bir şeyler söylemeliydim. Bu konu hakkında düşünmeliydim. Yatağıma uzandığımda her şey kafamda benden habersiz belirmeye çoktan başlamıştı bile. Gözlerimi kapattım ve sadece akışını izledim. Karşı koyamıyordur, kontrol benden çıkmıştı. Birisi beynimin içinden bir şeyler oynatıyor ve zorla bana izletiyor gibiydi.
Bir daha onu hiç görmedim, şu an nerdeyim hiçbir fikrim yok. Beni bekliyor mudur? Niye beklesin ki, gelmeyeceğimi biliyor. Kimsenin adına endişelenmemesi güzel ama bir o kadar da yaralayıcı. Neyse ki hissetmiyorum. Şanslıyım bile diyebilirim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder